29 Ekim 2011 Cumartesi

Duyuyor musunuz….

Bu blogu oluştururken haftada iki defa yazabileceğim konusunda ne kadar da emindim… ama hayat ırmağı o kadar hızlanıyor ki bazen bir solukluk zaman bulamıyorsunuz…

Görüşemediğimiz günler boyunca o kadar çok kıyısından döndüm ki “yazmanın” bilemezsiniz… yaz boyu göremediğim ama çok özlediğim bir arkadaşımla nasıl olmuşsa mesai saatlerine sıkışmış bir kahve molasından sonra o akşam “Türk kahvesi” ile ilgili bir yazı yazma isteği doldu içime mesela.. ama kalemimde tüten bu kahve konusunu sevimli bir RüZGaR dağıtınca ben o konuyla ilgili yazamadan başka konular gelişti.
Geçirdiğimiz sıkıntılı günlerin ardından tünelin sonundaki ışığı tünel boyunca yanımızda olan iki can dostumuzla görüp bu ışığın coşkusunu kutladığımız keyifli bir yemekten sonra yürürken Beyoğlu sokaklarında “Dostluk” ile ilgili yazımın ilk paragrafı hazırdı aslında aklımda… ama uyumak istemeyen bir RüZGaR esince sabahlara akıl koymadı başımda…
Ve sonra nasıl da güzel bir pazar günü, balıkçı RüZGaR’ı İstanbul’la tanıştırmak için Ortaköy’deydik. Yanımızda “aile dostu” kavramını hayata geçiren canlarımızla… Ben RüZGaR’ın, RüZGaR NiL’in peşindeyken telefon mesajıyla öğrendim ki Van’da deprem olmuş. Seslendim bizimkilere Van’da deprem olmuş, diye… Orta karar bir ilgiyle üzerinde konuşup günümüze devam ettik… Çünkü bizim sıradan küçük bir deprem sandığımız bu olayın tam bir doğal(!) afet olduğunu bilmiyorduk henüz… Ne yazık ki akşama doğru artan haber trafiğinden olayın ciddiyetini anlamaya başladık… Sonrasındaki günler ise hepimizce yürekten paylaşılan acılarla doluydu… Biz daha birkaç gün öncesinde kardeşi kardeşe kırdıran, dışarıdan bölemedikleri bu güzel vatanı içeriden bölme oyunlarını sinsice hayata geçiren, kan döken silah tüccarlarının barışı savaşa kurban verişini evlat acısı ile görmüşken… ateş, sadece o evlere değil tüm yüreklere düşmüşken… anaların ağıtları kulaklarımızdayken daha…
Haberleri izleyemiyor, gazetelere bakamıyordum bile… Üstelik kardeşim de daha aylar öncesinde orada yani Erciş’te askerdi… Dört beş ay olmuştu döneli…
Gitmesek de gelmesek de bizim köyümüzdür dediğimiz o köylere hayatlarının baharlarında giden öğretmen arkadaşlarımın ölüm haberlerine nasıl dayanırım… oğlumun ağzı süt kokarken daha göçük altında bebeğini tükürüğüyle besleyen anneye duyduğum yakınlık nasıl sığar yüreğime… bir çekmecede bulunan bebeğin mucizevi kurtuluşunun heyecanını nasıl kaldırır kalbim… soğukta, hiçbir şeysiz ortada kalan o insanları bağrıma basma isteği nasıl zorlar genzimi… dedim üzerine de “hesap soramama” çaresizliğini ekledim ve evet kaçtım bu gerçeklerden… ama bu gerçekler bazen vapurda yandaki kadının gazetesinde, bazen sabah serviste dinlediğimiz radyoda, çoğu kez de etrafımdaki konuşmalarda buradayız dedi inatla… ve ben en çok da, göçük altındayken yavrusu bir annenin ya da tozlar içinde ağlarken tüm ailesi kayıp bir çocuk "insan" olmayı unutanlardan; “sesimi duyan var mı” çığlıklarının karşısında dil, din, ırk ve siyaset duvarlarının sağırlığında olanlardan utandım…
Bu duygu, düşünce ve sorgulamalarla geçerken günlerim, bir annenin yaşadığı her olumsuz olayın yanında içten içe çocuğunun sağlığına şükretmesi gibi ben de hayatımdaki hayatımızdaki “iyi ki”leri düşündüm… Cumhuriyeti mesela… Bugünlerde en çok da ona inanmak, onun birleştirici gücünün altında toplanmak ihtiyacı iyi geldi. Okulda Cumhuriyet’e yönelik etkinlikler planlarken daha bir inançlı, daha bir istekliydik sanki. Belki de göçük altındaki Cumhuriyet Öğretmenlerinin ruhu bazı şeyleri hatırlatmıştı yeniden… Bir yandan onların acılarını yaşadık bir yandan da yeni acılar yaşamamak için Atamızın emanetine daha bir sarıldık… Törenimiz, törenlerimiz hem yaşadığımız ulusal acıyı unutmayacağımız hem de Cumhuriyetimize, Atamıza, değerlerimize ve birbirimize olan bağlılığımızı hatırlayacağımız şekilde düzenlenmişti… “….mişti” diyorum çünkü bugün, okuldan yarın törende görüşmek üzere çıkmamıza birkaç saat kala gelen bir genelgeyle Cumhuriyet Bayramı törenlerinin iptal edildiğini öğrendik… Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşanıyordu ve biz 88. yılda bu kötü ilki yaşayanlardık “son olmasını” dileyerek…
Düşünmeden edemiyorum, Van’da yaşanan ve acısını hepimizin hissettiği bu olayın, duyarlı davranmak aldatmacasıyla Cumhuriyet Bayramı törenlerinin iptaline sebep gösterilmesini nasıl olur da kabul eder insan! Evet törenlerde dans, şarkı gibi etkinliklere yer verilmesinin engellenmesini anlarım; öğretmen arkadaşlarını, evlatlarını günler önce kaybeden hiçbir tören komitesinin böyle bir uyarıya ihtiyaç duymayacağını bildiğim gibi… ama birlikteliğe, ulusal ve evrensel değerlere bu kadar ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde Cumhuriyet Bayramı gibi bir bayramın yok sayılmasını anlayamıyorum, anlayamam da…
Kulaklarımda ilkokul yıllarımdan kalan bir şarkı yankılanıyor ...“Ataaam sen rahat uyuuuu, yolcusuyuz biz hürriyetin; Ataaam sen rahat uyuuuu, bekçisiyiz Cumhuriyetin” …
Duyuyor musunuz…