Gün olur bir çakıl taşı gibi taşırım seni cebimde karanlık sokaklardan geçerken
Avcumun içinde tutar, cesaretlenirim...
Gün olur gölgene atarım kendimi
Güneşten kavrulmuşken dudaklarımdan önce yüreğim
Yaslanırım kalın gövdene soluklanırım
Sen yapraklarını usul usul sallar serinleştirmekten çok sakinleştirirsin beni...
Gün olur renkli pullu bir mendil olursun elimde
Neşe içinde halay çekerken başa geçer sallarım seni dosta düşmana...
Gün olur denizkestanesi gibi gelir oturursun boğazıma
Hatalarımı, yanlışlarımı hiç sakınmadan batırırsın her yutkunduğumda...
Gün olur güneş olursun tünelin sonunda
Sana bakar, sana doğru yürür çıkarım aydınlığa...
Gün olur bir kitap olursun dizlerimde
Açarsın yıllarını, tecrübelerini yaprak yaprak okumaya doyamam...
Gün olur tansiyon aleti gibi sıkarsın bileğimi, acıtırsın
Sağlığım için yaptığını sonucu görünce anlarım...
Gün olur tavla zarı olursun şıkır şıkır
Hem eğlenir hem eğlendirirsin tavlayı verirken koltuğumun altına...
Gün olur buz parçası olup rakının içinde beyaz beyaz dalgalanırsın
Keyfi keyif yaparsın konuşmayı muhabbet...
Gün olur bir lokomotif olursun yakıtsız ve durmadan çalışan
Annemi, beni ve kardeşimi çekersin dik yokuşlarda vagon vagon...
Gün olur sus pus olursun, susarsın
O zaman da yazarsın, her harfi bin sözcük tadında...
Gün olur nota olursun
En derin Anadolu ezgilerini mırıldanırsın
Uyuturken ilk sözcüğü “dede” olan oğlumu kucağında...
Gün olur bir yaz evi olursun Kaz Dağları’nda
Benim hiç olmamış “dede evi” şımarıklığını, özgürlüğünü ve mutluluğunu geçirirsin bir haylaz RüZGaR için hayata...
İşte böyle gün gün olur değişirsin
Renklere girse de hayat, sen hep gök mavisin
Her zaman bulut bulut üstümüzde elin
Boyu ne kadar uzarsa uzasın yıllar içinde gölgemin, ne kadar büyürse büyüsün bedenim
Ben gök gürlediğinde hep seni ararım
Sen hep ama hep göğsüne sığdığım, sığındığım... sen babam... sen canım...