17 Eylül 2012 Pazartesi

Okula Başladık Heya Okula Başladık :)

Öyle tarifsiz bir duygu içindeyim ki şu an... RüZGaRım bugün okula başladı..
Haftalardır süren okul telaşı, araştırmalar, soru işaretleri, kaygılar, umutlar bugün yerini kocaman bir gülümsemeye bıraktı.. Çocuğunun yaşı 3'e yaklaşan her anne baba gibi biz de Rüzo için nasıl bir yol izlemeliyiz, sorusuna yanıt arıyorduk aylardır. Babamızla saatler süren sohbetler, gözlemler, anneanne, dedeler ve babannemizin önerileri, çocuğu bizimle yaşıt arkadaş veya kuzenlerimizin deneyimleri hepsi bir harman olmuştu kafamızda.. Ben de öğretmen olduğum için fazlasıyla işin içindeydim tabi ama okul öncesi çok başka bir dünya.. Her konuda o konunun uzmanlarının görüşlerinin çok önemli olduğunu bildiğimizden biz de bu konuda uzman olan anaokulu öğretmeni, pedagog arkadaşlarımızın fikirlerini aldık.
Bir yanım daha çok küçük ne okulu, evde anneannesiyle takılsın gönlüne göre uyusun yatsın kalksın derken ağır basan diğer yanım evin artık ona yetemeyeceğini ve sahip olduğu potansiyeller her ne ise bunları ortaya çıkarmak için okula ihtiyacı olduğunu, paylaşmayı, kuralları, sabretmeyi, başkalarına saygıyı okulda öğreneceğini söyledi..
Tamam birinci kararı verdik okula başlasın ama esas önemli olan hangi okula başlayacağıydı! Kendi çalıştığım okulun anaokulu evimize 10 dakika uzaklıkta, gerek öğretmen kadrosu gerek fiziki koşullarıyla son derece nitelikliydi ancak kural gereği 36 ayın altındaki çocukları almıyorlardı. RüZGaRım ise eylül ayında 30 ayını tamamlamış oluyordu...
Ben böyle bir yandan eve yakın, fiziki koşulları iyi, çağdaş, uzman kadro ile çalışan, yabancı dil eğitiminin önemsendiği, çocukta olumlu bir okul algısı oluşturup içindeyken mutlu olunacak bir okul ararken uluslararası bir eğitime katıldım. Bu eğitimde uzuuun boyu, güleryüzüyle dikkatimi çeken Şebnem Hanım'ın bir anaokulu sahibi olduğunu, hatta bu okulun bize 10 dakika uzaklıkta olduğunu ve kocaman bir bahçe içinde bağımsız bir anaokulu olduğunu öğrenince işte dedim bu bir işaret :)) o akşam eve gelir gelmez okulu araştırmaya başladım. Olumsuz hiçbir şey duymadığım bu okul hakkında çokça olumlu görüş alınca bir heyecan kapladı içimi. Gökhanımla internet sitelerini hatim edip her fotoğrafı ince ince inceledik. Daha sonraki günlerde koordinatör Bahar Öğretmenle randevulaştık ve Rüzo anneannesiyle yazlıkta keyifteyken biz babaannemiz ve dayımızla okulu keşfe gittik. Tam da düşündüğümüz gibi bir okul bulmanın mutluluğu ile yaptırdık kaydımızı..
Hiç okul deneyimi olmadığı için önce haftada üç gün ikişer saatten oyun grubuyla başlamasını önerdiler. Bu saatlerde anneannenin de en azından bir süre burada olmasını, çocuğun bu şekilde burada kendini güvende hissedeceğini ve zamanla öğretmeniyle olunca aileden birini aramayacağını söylediler. Bu ticari bakıştan uzak çocuk odaklı yaklaşımları beni bir kat daha mutlu etti. Sonra okulu gezdik. Tek sınıf uygulamasındansa etkinlik sınıfları olması, çocuğun yapacağı derse göre sınıfları gezme sistemi, koca bahçesi, şirin havuzu, mini hayvanat bahçesi ve bostanı karar vermemize yetti. Yaz boyu yazlığın bahçesinde kirpi kaplumbağa kovalayan Rüzo için burası okul değil bir eğlence yeri olacaktı. 17 Eylülde buluşmak üzere vedalaştık..
Derken 17 Eylül geldi.. Sabah RüZGaR'ın hadi kalk okula gidelim naralarıyla uyanınca motivasyonun dozunu abarttığımı anladım ama iş işten geçmişti :) Kahvaltımızı yaptık, üzerimizi değiştirdik, akşamdan hazırladığımız çantamızı aldık ve çıktık. Muzo Dedemiz ve anneannemiz kapıda bizi bekliyordu. Kısacık bir araba yolculuğundan sonra okula vardık. Kapıda "Merhaba Rüzgar, hoş geldin.. Seni bekliyorduk." karşılamasıyla içeri girdik. Etraftaki rengarenk materyaller, bizimle aynı anda derse girmeye hazırlanan diğer çocuklar, öğretmenlerin neşeli tavırları RüZGaRı büyülemeye yetti. Hadi gel bakalım, oyuncakların yanına gidelim, diyen öğretmenin elini tuttu ve içeri girdi.. Sonra bizi diğer velilerin de beklediği verandaya aldılar. Bir yandan sohbet ederken bir yandan da içeride oyun oynayan miniklerimizi izledik..

Suluboya ve fırça ile tanışan RüZGaRın temkinli, dikkatli triplerine güldük.. Bahçe etkinliği sonunda bize toplanan mini domateslerden tattık.. Ders sonunda dedemiz ve anneannemizle birlikte gözümüz kala kala ayrıldık okuldan:)

İnsanın çocuğuyla gurur duyması, onlarca çocuk içinden onu gönül gözüyle seçmesi nasıl bir duygu anlatamıyorum.. Sözcük dağarcığı her geçen gün genişleyen, sizinle sohbet eden, kendince espri yapıp üstüne abartılı mimiklerle gülen, beğenileri, zevkleri, damak tadı, hoşlanmadıkları, sevdikleri, sevmedikleri olan küçük bir adamla onun için canınızı vermeye hazır bir şekilde öpmelere koklamalara doyamadan yaşamak nasıl bir duygu anlatamıyorum.. Yüreğinize bu sevgi bir kez düştüğü zaman diğer tüm çocuklara artık bambaşka bir gözle bakmak, çocuğunuza her dokunduğunuzda anne olmak isteyen arkadaşlarınız için bunu binlerce kez en içten dilemek nasıl bir duygu anlatamıyorum..
Büyütürken büyümek, filiz vermek, çiçek açmak, kök salmak nasıl bir duygu.... anlatamıyorum..


12 Eylül 2012 Çarşamba

12 Eylül.. Soluk Bir Sonbahar Resmi..


şimdi denize karşı resim yapan adam, 32 yıl önce bugün tüm renkleri soldurup her yeri kan kırmızıya boyayan ve kırmızıyı kırmızılığından utandıran adam sen değil miydin.. ve bugün bile hala renkler yaralı, resimler yarımsa senin fırça "darbe"lerindendir...

karikatür : http://www.cigdemdemir.org/2010_09_01_archive.html

9 Eylül 2012 Pazar

Hoş Geldin Otuz Yaşım...

bir kar tanesi düştü yıllar önce genç bir adamla bir kadının ellerine aynı anda.. Kadın, dünyanın en güzel gözlerine sahipti... baktı avucundaki taneciğe "yeniden doğdum ben" dedi. Adam, uzun boyluydu kocamandı yüreği..  baktı avucundaki taneciğe "ne kadar da beyazsın, adın "kar beyazı" olsun" dedi.. Kar tanesinin kalbi işte o anda, bu iki elin avucunda başladı atmaya..
büyüdü kar tanesi.. abla oldu bir gün.. artık bir kar tanesi değil kar topuydu.. öyle güçlü hissetti ki...
yıllar geçti, okullara başlandı okullar bitirildi.. dostluğu, arkadaşlığı, sırdaşlığı bir bir öğrendi kar tanesi ve hep adına yakışır bembeyaz tuttu yüreğini.. 
ailesi ve sevdikleriyle bir kar topu olmuş yuvarlanırken hayat yolunda, başka bir kar topuyla çarpıştı kar tanesi.. sarsıldı.. bunun adı aşk'tı.. birlikte kocaman bir kartopu olmuşlardı artık..
kar tanesi, yüreğinde olan herkesle gün be gün artan bir güven ve sevgiyle büyürken, bir gün mis kokulu bir RüZGaR çıktı..  işte o gün ovaya çığ gibi düştü sevinçler.. yayıldı kar beyaz umutlar..

bu kar tanesi, adının "kar beyazı" anlamına inat kara gözlerle otuz yıldır izliyor dünyayı.. bugün üflerken "otuz yaş" pastasını, kocaman "iyi ki" ler vardı gözlerinde, sevgiyle...

7 Eylül 2012 Cuma

Bir Ev Anlatacağım Size Bugün, Bir Yuva...


Bir ev anlatacağım size bugün... Rengi, kokusu, duyguları olan anılarla dolu bir ev.. Her köşesi başka bir zamana ait sanki.. Alsam götürsem şimdi sizi bir sergiyi, bir müzeyi gezer gibi odalarında dolaşacağınız bir ev... İçindeyken zamanda yolculuk yapıyormuşsunuz da huzurlu bir mola vermişsiniz gibi hissedeceğiniz bir ev..

Aynı zamanda bir yuva burası.. mutfağında güzel yemekler pişen, meyvelerin dolaba yıkanmadan konduğu, ocağında her daim çay olan, dikiş makinesinin tıkırtılarının yayıldığı bir yuva.. Çocukken kendi yuvamda duyduğum huzura benzer bir huzur duyduğum, biraz da bana ait olan, vitrininde hala lise yıllarımdan bir fotoğrafın olduğu bir yuva..
Bu ev en yakın ve en eski arkadaşımın, candostum Ferizat'ın uçup gittiği ama hala bir ayağının orada olduğu, şimdilerde bir aylık oğluyla huzur bulduğu yuvası Hüseyin Amcamla Perihan Teyzemin evi..
Geçen hafta tıpkı geçmişte olduğu gibi bir okul çıkışı (ama o artık öğrenci olarak değil öğretmen olarak çıkıyorum okuldan) Üsküdar'da başlayan uzuuun bir otobüs yolculuğunun sonunda ulaştım bu güzel eve. Ferizat yeni doğum yaptığı için annesinde kalıyor. Ben de Gökhanım seyahatte RüZGaRım yazlıkta olunca bir gece kalmak için bulunmaz fırsat dedim ve ertesi günün de tatil olmasından yararlanarak düştüm yollara..
Haydi buyurun, dünyanın en misafirperver ailesinin evini birlikte gezelim.. Ancak rehberiniz olarak önce size çok önemli bir bilgi vermeliyim. Hüseyin Amcam uzun yıllardır eski eşya toplar. Onları her çeşit malzemenin bulunduğu kendi atölyesinde temizler, onarır... Koleksiyoncudur aslında.. Ayağıyla ilgili sağlık sorunları yaşamadan önce bit pazarlarına gider oralarda kimsenin yüzüne bakmadığı bazı eşyaları alır getirirdi. O kimsenin istemeyeceği eski eşyalar onun sihirli atölyesinden ve hünerli parmaklarından geçtikten sonra almak için sıraya gireceğiniz şaheserlere dönüşürdü.. Şimdi uzun yıllardır bu şekilde topladığı eşyalarla yaşıyor.. Onlar, evin her yerinde.. Girişinde sizi camdaki çiçeklerin karşıladığı tek katlı, koca bahçeli bu mütevazi evde gördüklerinize inanamayacaksınız ;)
















Girişte bir antre vardır ki kendisi bizim salonumuz kadardır. Ayakkabılar bu bölümde çıkarılır. İlk defa geliyorsanız eğer sizi karşılayan manzara karşısında bir süre ayakkabınızı çıkarmadan öylece kalırsınız. Sağda kadife tekli bir koltuğun yanında çakmak ve sigaralıkların eski bir radyonun etrafına dizildiği küçük bir dolap vardır. Bu radyonun üstüne konmuş nargile elektriklerin kesildiği bir akşam torunlarını etrafına toplamış masal anlatan bir dedeye benzemektedir. Torun kutucuklar da pırıl pırıl gözlerle kıpırdamadan onu dinlerler sanki. Sağda ise salonun bu antreye bakan penceresi ve alt raflarında tahta kutuların, üst raflarında gaz lambalarının sadece bir kısmının, yanında ufak tefek eşyalar, güzel ve eski kitapların olduğu rafların, en üstte de yine eski radyoların olduğu büyükçe bir dolap vardır.

Tam karşınızda ise Hüseyin Amcamın beni kırmadan bu pozu verdiği, onun gönlünün genişliğini, tam bir Arnavut olmasına rağmen aslında bir dünya insanı olduğunun göstergesi "şark köşesi" vardır..

Soldaki dolapla şark köşesinin arasından eve girersiniz.. Solda kocaman bir mobilya vitrin karşılar sizi. Neye bakacağınızı şaşırırsınız...  Açık raflarda pirinç ürünler vardır ve benim gördüğümde sulanan gözlerimi sakladığım fotoğrafım da bu vitrinde durur.Bu dolabın üstünde de el yapımı gemiler, yelkenliler vardır. 






Sağa doğru baktığınızda duvarda zamanda yolculuk yaptığınızı hatırlatmak için konulmuş bir saat ve yanında Atatürk'ün İsmet İnönü ve başka bir devlet büyüğüyle İngiliz bir devlet adamını (adını söylemişti Hüseyin Amca ama şu an hatırlayamıyorum) ağırlarken çekilmiş bir fotoğrafın karakalem örneği vardır. Tam bir cumhuriyet çocuğu olan Hüseyin Amcamın da Atatürk'ün gözleri kadar güzel onunkiler kadar aydınlık mavi gözleri vardır.


Karşı duvarda akvaryum akvaryumun yan tarafında da diğer odanın kapısının önüne doğru kalan gaz lambalarının dizildiği bir dolap vardır. Geçmişte kitapları konuk eden bu dolap şimdiki misafirlerinden de oldukça memnun gözükmektedir.

ve salonun duvarında yıllardır hepimizin gözü olan bir örneği de Topkapı Sarayında bulunan bir eser vardır ki, görülmeye değerdir. Bir yaprak üzerine altın harflerle Arapça yazıların yazıldığı etkileyici bir eserdir. Eskilerin deyimiyle yedi göbek İstanbullu olan Hüseyin Amcamın babasından kalan bir anıdır.




Hani bazen bir şey görürsünüz, nerede olursa olun yıllar öncesine gider yüreğiniz.. Nereden geldiği belirsiz bir gülümseme koşup oturur yüzünüze.. Sadece dudaklarınızla değil, gözlerinizle, yanaklarınızla, kirpiklerinizle yani tüm yüzünüzle gülümsersiniz.. Söylemek istediğiniz çok şey olur da hani bir sözcük çıkmaz ağzınızdan.. Sadece bilirsiniz..Tıpkı bu İş Bankası kumbarasını gördüğümde yaşadıklarım gibi.. 80'lerde çocuk olmuşlar anlar beni..


İşte bu ev ve bu evde yaşayan bu iki insan da benim için böyledir.. O kadar çok şey söylemek isterim ki onlarla ilgili ama bir sözcük bulup seçemem bazen... Çocukken tanıştığım bu eve çocuğumla gitmenin mutluluğu taşar yüreğimden.. Sağlık dilerim, uzun yıllar dilerim, doyamam.. Öksürdüğümde türlü otlar kaynatıp içiren Perihan Teyzemi ve tabağıma köfteleri kendi eliyle dolduran Hüseyin Amcamı yani beni kendi kızlarından ayırmayan bu iki insanı çok severim..