22 Nisan 2013 Pazartesi

102 Paket, 102 Çocuk, 102 Gülümseme...

Bir ay kadar önce 102 adet beyaz güvercin saldım gökyüzüne. Her birinin ayağında küçük birer mektup.. Geride kalan 200 çocuk gülücüğünün yanına 102 yeni gülücük koyabilmekti isteğim. Bu beyaz güvercinler uçtular uçtular... önce dost çatılara, sonra dostun dostu çatılara kondular.
Çatısına bu beyaz güvercinlerden konan evlerde mutlu bir telaş başladı. Sadece adını, yaşını ve beden bilgilerini bildiğimiz minik dostlar için alışverişler yapıldı. Ayakkabıların en güzeli, elbiselerin en renklileri seçildi. Henüz anne baba olmamışlar veya kendi çocuklarının çocuklukları çok uzakta kalmış olanlar bambaşka duygularla sardılar paketleri. Kız çocuğu olanlar erkek, erkek çocuğu olanlar kız hediyeleri alacaklarsa ne seçeceklerine şaşırdırlar. Bu güzel heyecanlar geçen hafta rengarenk paketlenen kutuların içinde bizim eve ulaştı. Evimizin bir odası yine bu iş için babacığım ve anneciğim tarafından boşaltılıp hazırlandı.. ve pazartesi gelmeye başlayan kutular, perşembe gününe kadar odamızı doldurdu. Bu rengarenk kutuları gören RüZGaR, doğum gününün geldiğine sevinmeye başlayarak Pepeli pasta istediğini söylemeye başladı :)
Cuma günü okuldan eve uçarak gelen Berfu, son kontrolleri yapıp minibüsü
beklemeye başladı. Geçen yıl da kutularımızı hiçbir karşılık beklemeden "Bu da benim hayrım olsun" diyerek taşıyan Turgay Abimiz, bu yıl okulun karşıda olduğunu duyunca bir zamanlar kucağımda taşıdığım şimdi koca adam olup baba olmaya hazırlanan oğlu Ercan'ı gönderdi. Onlarca paketi  bu genç adam Ercan'ın büyük desteği sayesinde annem ve Rüzo ile taşıdık. Geçen yıl tasarım ödülünü  kutunun altına tekerlek monte eden arkadaşım Timur'a vermiştik. Bu yıl da ödülümüzü paketin her yanına eğlenceli çalışma kağıtları, bulmacalar yapıştıran Nuray Hanım'a verdik ;)
Öğleden sonra rengarenk kutularla dolu minibüsümüzle insanların şaşkın bakışları eşliğinde yola çıktık. Bu sene de iki büyük destekçimden biri olan halamız Nurhan kendi arkadaşlarından ve iş yerinden 28 kutu toplamıştı. Okuldan önce babaannemize uğradık ve RüZGaRı bırakıp oradaki kutuları ekibimize eklenen Neşe Abla ve Peluş ile taşıyıp okula doğru yola koyulduk. Bir minibüs ve bir otomobille okula vardığımızda hepimiz çok ama çok heyecanlıydık. Güzel arkadaşım Semra Öğretmen bizi karşıladı. Bahçedeki çocukların ardı ardına gelen soruları ve meraklı bakışları eşliğinde kutuları yine çocukların desteğini alarak konferans salonuna taşıdık. Artık okullar ilkokul ortaokul olarak ayrıldığından biz de bu sene bir ilkokula gittiğimizden çocuklar çok küçüktü. Kutuları sınıflara göre ayırarak sahneye dizdik ve perdeyi kapattık.

Son dersin gelmesini beklerken okul müdürümüz ziyaretimize geldi. Kısa sohbetin ardından okul müdürümüz yoğunluğu nedeniyle ayrıldı. Günümüz Türkiye'sinde devlet okullarında böyle genç, aydın, dinamik ve iletişim yönü gelişmiş yöneticilerin de olduğunu görmek bizi hem çok mutlu etti hem de geleceğe dair umutlandırdı. Son ders zilinin çalmasıyla kalp atışlarımız
hızlandı. Derken minikler birer ikişer gelmeye başladılar. O ana kadar böyle bir organizasyondan haberleri olmadığından son derece şaşkın ve meraklıydılar. Tüm çocuklar gelince kapıları kapattık ve ben konuşmaya başladım. "Kim olduğumuzu, neden ve nereden geldiğimizi, sizi neden çağırdığımızı ve size ne söyleyeceğimizi merak ediyorsunuz değil mi?" dedim. İlkokul yıllarına has o koro halinde söylenen "Eveeeet" yanıtını aldım. O zaman kapatın gözlerinizi, dedim. Minik meraklı gözler sıkı sıkı yumuldu. Pelin ile perdeyi açtık. Açın gözlerinizi, dedim. İşte o anı görmenizi çok isterdim. Alkışlayan, zıplayan, ağzını kapatan, çığlık atan onlarca minik... İşte, dedim... İşte gerçek Çocuk Bayramı... Daha sonra sakinleşmelerini bekleyip konuşmaya başladım. Geçen yıllarda olduğu gibi orada olamayan 100 arkadaşımın selamını ilettim önce. Yaklaşan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için onlara bir sürpriz yapmak istediğimizi, 100 kişi olduğumuz için sadece 100 kişi belirlemek zorunda olduğumuzu, bu sebeple okuldaki herkesin adını küçük kağıtlara yazıp bir çekiliş yaptığımızı söyledim. Sizler, dedim. Sizler bu çekilişte adı çıkan şanslı çocuklarsınız. (Burada bir "vuuuu" sesi :) Bugünün çocukları, yarının yetişkinleri sizler bizim için çok ama çok değerlisiniz. Bu paketlerde sizler için özel olarak seçilip alınmış hediyeler var. Umarız hediyelerinizi beğenirsiniz. Çocuk Bayramınız kutlu olsun!
Yerlerinde duramayan, kıpır kıpır onlarca minik düşünün. Haydi dedik hediyelerinizi vermeye başlayalım. Ercan, Neşe Abla ve Peluş'un yardımıyla 1. Sınıflardan başlayarak boyları kadar kutuları çocuklara vermeye başladık.


Çocuklar, tutmak için ip, kurdele vs bağlanan kutuları kolayca taşırken diğer kutuları taşımakta çok zorlandılar. Önümüzdeki sene bu konuya özellikle dikkat etmeliyiz. Geçen yıllarda ilköğretim okulu olduğundan büyükler miniklere yardım etmişlerdi. Fakat artık hepsi minik olduğundan herkes kutusuyla baş başa kaldı :) Önümüzdeki sene dikkat etmemiz gereken bir diğer konu da kutularımızı süsleme konusu. Yüzde 90 oranında kaplanıp süslenmiş paketlerimizin yanında dışı kaplanmamış kutular da vardı. Dışı rengarenk kaplanmış, süslenmiş kutuların çekiciliği yanında içinde çok güzel hediyelerin olduğuna emin olduğum kaplanmamış kutular biraz sönük kaldı. Ben bir yandan önümüzdeki yıl için kafamda böyle minik minik notlar alıp bir yandan da gözlerimi bu yıl ilk defa bizimle okula gelen anneciğimin duygu dolu gözlerinden kaçırarak kutuları miniklere uzatırken "keşke" dedim yine. Keşke bu kutuları hazırlayanlar, kutularını kendi minik dostlarına elleriyle verebilselerdi.
Derken paketler bitti. Yine kardeşi, kuzeni için paket olup olmadığını soranlar oldu. Yine merakla kapıya yığılan veliler çocuklarının mutluluğu karşısında teşekkür dolu  bakışlarla el salladılar. Son çocuğu da uğurladıktan sonra derin bir nefes aldım. Son derece hızlı ve sorunsuz bir şekilde dağıtımı tamamlamıştık. Okula gelmeyen 15-20 çocuk vardı o gün. Onların kutularını da üst kattaki malzeme deposuna yine kendimiz taşıyıp bıraktık. Kapısı kitlenen bu odadaki kutular bugün sahipleriyle buluşacaklar.
Okuldan sevgili arkadaşım Semra ile karşılıklı teşekkürlerimizi paylaştıktan sonra vedalaşıp ayrıldık.. Telefondaki onlarca fotoğraf karesinin yanında yüreklerimizde ve gözlerimizdeki binlerce fotoğraf karesi ile eve döndük..
Bu güzel organizasyonu hep birlikte gerçekleştirdiğimiz onlarca güzel yüreğe binlerce teşekkür edip yazımı paketlerin teslim edilmesinden bir gün önce bizim evde yaşanmış bir anıyla bitirmek istiyorum.
Perşembe günü iki büyük destekçimden Seden, çalıştığı firmadan arkadaşlarıyla hazırladıkları 30 paketi bize getirmiş. Annem, paketlerin taşınmasına yardım ederken bir yandan da merak duygusu tavan yapan ve bütün bu hediyelerin kendisine geldiğini zanneden RüZGaRın sorularını yanıtlamaya çalışıyormuş. Sedenler gittikten sonra bu paketlerin kendisi için olmadığını kabullenen RüZGaR, peki bu paketler kimin, diye sormuş. Annem de her zamanki gerçekçiliğiyle kısaca açıklamış. "Anneannecim bazı çocukların çok fazla elbisesi, oyuncağı yok ne yazık ki. Onların bazılarının elbiseleri eskimiş, bazılarının oyuncakları kırılmış, bazılarının ayakkabıları yırtılmış. Anne babalarının da parası olmadığı için yenilerini alamamışlar ve çocukları üşür, üzülür diye çok üzülmüşler. Annenle arkadaşları da o çocuklar için elbiseler, ayakkabılar, başka sürprizler alıp bu paketlerin içlerine koymuşlar." ve RüZGaR'dan içimi sızlatan yanıt anında gelmiş. "Anneanne ben de çoraplarımı paylaşabilir miyim...."
RüZGaR bizim evimizdeki örnek.. Ben biliyorum ki yazımın başında bahsettiğim beyaz güvercinlerin çatısına konduğu her evde, önce büyükler sonra çocuklar imkanlarını hiç tanımadıkları biriyle hiçbir karşılık beklemeden paylaşmayı öğrendiler.. Paylaşmanın verdiği sihirli mutluluğu yüreklerinin taaa derinlerinde hissettiler..
 Herkese sevgi dolu bir hafta dilerim...

15 Nisan 2013 Pazartesi

Güzel Şehir.. ESKİŞEHİR

Gece geç saatlerde Haydarpaşa'dan kalkan trene binerdik. Sabahın erken saatlerinde, hava buz gibiyken inerdik Eskişehir'e. Garın duvarında kocaman harflerle "Gelin Tanış Olalım" yazardı. "Tanış" ne demek acaba, diye düşünürdüm her seferinde. Taksiye biner, halamlara giderdik. Babam uzun uzun ve keyifle çalardı zili. Sabahın 5'inde yataklarından fırlayan ev halkı bizi görünce "Sürpriiiz" diye bağırırdık. Şimdi düşününce aman ne sürpriz diyorum. Sabahın köründe zili patlatırcasına çal, zaten 9 kişi yaşayan eve 6 kişi misafir ol. Sonra da neşeyle "sürpriiz" diye bağır... Ama o zamanlar, evlendiğinden beri gurbette olan halam ve onu hep çok seven babam arasında öyle bir hasret vardı ki onların sevgileri ve özlemleri bize de geçmişti. Ve sabahın beşinde de olsa biz hep kapıyı neşeyle çaldık ve hep sevinçle karşılandık. O yılların Eskişehir'i benim için hep eğlenceli olsa da aslında küçük, kendi halinde, gelişme çabasında bir Anadolu kentiydi. En son 10 yıl önce gitmiş, o yıllarda üniversiteli olmamın da etkisiyle biraz daha gelişmiş bulmuştum ama biraz daha..
ve yıllar sonra geçen hafta yolumu Eskişehir'e düşürdüm yine. Ne ben eski bendim ne Eskişehir eski Eskişehir. Ben büyümüştüm ki yanımda oğlum vardı ama Eskişehir de benimle büyümüştü. Dört gün için planladığım bu gezide konağımız tabi ki halamların eviydi. 6 çocuğu olan, çocukluğumda her odasında ayrı kahkaha ve kargaşanın yükseldiği ve benim o kalabalığa çok özendiğim evde, gündüzleri  halam tek kalmıştı.. Kızlar ya evlenmiş gitmiş ya da iş hayatına atılmıştı. 2 metre 2 santim boyuyla evin en ufağı olan Burak da üniversite eğitimi için Ankara'ya gitmişti. Babaaanne ve dede de rahmetli olunca halam mutfakta radyosuyla baş başa kalmıştı.

Annem ve kayınvalidemi alıp RüZGaR için bir ilk olan otobüs yolculuğu ile pazar akşamı Eskişehir'e vardık. O akşam sohbet edip hasret giderdik ve pazartesi sabahı gezimize başladık:


1. Gün: ODUNPAZARI EVLERİ, HAMAMYOLU, ŞEHİR MERKEZİ

10 dakikalık bir minibüs yolculuğu sonunda renkli renkli evlerin sıralandığı cadde üzerinde inip yukarı doğru yürüdük. Odunpazarı Evlerinde sırasıyla Atlıhan El Sanatları Çarşısı,


 Külliye, Lüle Taşı Müzesi, Çağdaş Cam Sanatları Müzesi,

Osmanlı Evi, (Balaban yemek için) Köfteci Ahmet

çok tatlı bir çiftin işlettiği, ev sıcaklığını veren Malhatun Konağını gördük. Atlıhan'dan lüle taşı minik bir fil, Külliye'den de bir magnet aldık. Meydandaki at arabası heykeliyle oynamayı ihmal etmedik.
Buradan çıkışta da yürüyerek çarşıya indik. Parklarda güvercinleri yemleyip onlarla oynaştıktan sonra Hamam Yolundan geçip Türkiye'deki tek bayan nalbur olup bu alanda da son derece başarılı olan kuzenimin Reşadiye Semtindeki dükkanına gittik. Eskişehir'de bir nalbur işiniz olursa adres belli: Günay Yapı ;)
İlk gün böyle tamamlandı, yorgun argın eve döndük. Tabi ben akşam Rüzo'yu anneme satıp akşam kuzenlerle dışarıda yemek yemeyi ihmal etmedim. Hatta araya kahve falı bile sıkıştırdık :)






2. Gün: ADALAR, ŞEHİR MERKEZİ, HALLER GENÇLİK MERKEZİ
Güne şehir içinde Kahve Ateşi'nde kahvaltı ile başladık. Kahvaltıdan sonra yürüyerek Haller Gençlik Merkezine geçtik.

Eğer yolunuz Eskişehir'e düşerse burayı mutlaka ama mutlaka görün. Küçük ama çok güzel bir mekan. Eskiden yıkık perişan durumda olan bu hal binası şimdi muhteşem bir Gençlik Merkezi olmuş. Cafeler, restoranlar, dükkanlar. İçinden tiyatro sahnesine geçiş var. Kahverengi dekorasyonu hiç sevmeyen ben bile çok ama çok sevdim bu güzel binayı. Haller'de canım Figen Abla ile buluşup öğle arası kahvemizi içtikten sonra onu üniversiteye kamerasının yani işinin başına yollayıp Adalar'a geçtik.

Köprülerin üzerinde fotoğraf çektirdik. Kitapçılardan kitap aldık. Parklarda dinlendik. Yürüyüşü Sensus
Şarap Evi'nde sonlandırdık. Birer kadeh buz gibi pembe şarap içip peynir tabağındaki lezzetli peynirlerden tattık. Baktım Altın Kızlar gevşedi hadi dedim kalkın Pino'ya gidiyoruz, yemek vakti. Yine yürüye yürüye Kıratlı'nın karşınındaki Pino'ya vardık. Meşhur Pino'nun meşhur hamburgerinden yedik. Yemekten sonra yağmurda koştura koştura bir taksiye bindik ve eve bir gün öncekinden daha yorgun olarak döndük.



3. Gün SAZOVA BİLİM ve SANAT PARKI, KENTPARK, ŞEHİR MERKEZİ

İki gün nanemolla takılan hava 3. gün yüzümüze güldü ve güneş öğleden sonraya kadar pırıl pırıl parladı. Biz de Eskişehir gezimizin en keyifli gününü Sazova Bilim ve Sanat Parkı'nda masal şatosu ile korsan gemisinin arasında, göletin yanında, çiçeklerin ağaçların arasında doya doya yaşadık. Eğer buraya gitme şansınız olursa hafta içi bir gün gidip kahvaltınızı da bu park içindeki Kocatepe'de yapın. Bu park anlatmakla bitmez, kelimeler yetmez. Görmek lazım ;)
Bir diğer park da Kentpark. Sazova'ya göre biraz daha sönük kalsa da yürüyüş, sohbet ve doğayla iç içe bir mola için son derece keyifli bir yer. Bu parklardan sonra yine şehir merkezi ve Posta Pide'de yemek.. Pideleri çok güzel, önerilir ;)

4. Gün FERAH HAMAM ve EVE DÖNÜŞ
3 gün dolu dolu gezip haşat olunca dedik madem buralara geldik eve gitmeden yorgunluğumuzu Eskişehir'in meşhur hamamlarından birinde atalım. Hiç hamam kültürü olmayan benim için farklı bir deneyim diyelim. İlla hamama gitmek isteyenler için Ferah Hamamı önerip bu kısmı geçelim..
ve veda.. teşekkürler, selam yollamalar, hediyeler.. Halamlar dışında ziyaret ettiğimiz dayımız ve Nadişimizi de görme mutluluğu. Tüm güzel şeylerin yanında yine de gurbetin verdiği ince bir sızı.. sarılmalar, öpücükler, veda..
ve oğlumla gurur duymamı sağlayan sorunsuz bir otobüs yolculuğu sonunda babamıza, dedelerimize kavuşma..
Dolu dolu geçen Eskişehir gezimizden mutlu anılar ve fotoğraf kareleri ile dönme..
Uzakta sevdikleri olan herkesin, yolunu o uzaklara keyifle düşürmesini dilerim..
İyi haftalar ;)



5 Nisan 2013 Cuma

İyi Baharlar ;)

Mevsime uygun giyinememe sezonumu bir hafta önce açtım ancak bugün güneş, beklentimi karşılayacak şekilde kocaman parlıyor.. 2 yıl önce bu günlerde asker olan kardeşimi görmek üzere Van'a gitmeye hazırlanıyorduk. Baharın en güzel halini orada Akdamar Adası'nda göreceğimden habersizdim tabi. Bu yüzden baharın enerjisine ihtiyaç duyduğum zamanlarda yandaki fotoğrafın olduğu albüme bakarım.. Van'daki "martıları" düşünürüm her seferinde.. Doğunun da doğusunda martı görmenin bize neden tuhaf geldiğini sorgularım..  Boğazdaki martı ile Van'daki martıyı buluştursam neler anlatırlardı birbirlerine diye düşünürüm. Ayrı coğrafyalarda yaşayıp birbirinizin şartlarından habersiz olsanız da unutmayın sonuçta ikiniz de "martı"sınız, demek isterim.

Bugün cuma.. ve bu cuma, sadece hafta sonu tatilini değil gerek vücudumun gerek kafamın son derece ihtiyaç duyduğu bir haftalık nisan ara tatilini de müjdeliyor..
Akşam can dostlarla yemeğe gideceğimi, 50 yıl sonra da aynı duygularla tokuşturmak istediğimiz kadehlerimizi manzaraya karşı tokuşturacağımızı düşündükçe heyecanlanıyorum..
Ve pazar günü, haftalardır planladığımız gezimiz için Rüzgar'ım, canım annem ve bitanecik kayınvalidemle Eskişehir'e doğru yola koyulacağımızı, içinden Avrupa geçen bu güzel kenti bir kepçe misali gezeceğimizi, bütün bunların dışında en güzeli de sevgili halamı, canım kuzenlerimi ve diğer dostları göreceğimi, muhtelemelen uzuuun uzunn sürecek sohbetlerle hasret gidereceğimizi düşündükçe kendimi gülümserken buluyorum.
Altın Kızlarla Eskişehir turundan notlar ve güzel anılarla döndüğümde, beni hem evde hem işte çok ama çok yoğun bir iki buçuk ay bekliyor.. Kendimi tazeleyip dönmeliyim..
Tazelik demişken..
Bahar, diyorum.. Ne güzel şey, değil mi?
Sevdiklerimizle huzur içinde geçecek nice güzel baharlar görmemizi, umut tohumlarını bahar yağmurlarıyla yeşertmemizi dilerim..
Herkese "iyi baharlar" ;)