13 Aralık 2015 Pazar

III. Zeka ve Yetenek Kongresi Notları

Haftalardır yazmak istediğim gönderiyi yazmak üzere nihayet bilgisayar başındayım. Bu yıl okul, pozisyon değiştirme ve iki çocuk yetmedi üstüne bir de yüksek lisansa başladım. Bu cesareti göstermemde en büyük destekçilerim tabi ki ev ve çocukların yükünü alan Annem ve Babam ile ulaşım ve hafta sonu destek hizmetlerindeki Gökhanım oldu. Yoksa asla cesaret edemezdim.
Bahçeşehir Üniversitesi Üstün Zekalılar ve Yetenekliler Eğitimi Tezli Yüksek Lisans öğrencisi olarak haftada 3 akşam üniversitedeyim. Tarih anlamında geçerliliğini ucu ucuna yakaladığım ALES puanımın gazıyla yıllar sonra üniversite öğrencisi olduğumda kendimde değişen yüzlerce şeyle yüzleşmem başka bir gönderi konusu olsun:) Ne kadar iyi bir şey yaptığımı zaman içinde anladım. Hem seçtiğim alan hem tekrar akademik bir ortamda olmanın keyfi hem de hepsi birbirinden nitelikli sınıf arkadaşlarımla geçen derslerin katkısı gerçekten çok mutlu ediyor beni.
Tüm bu farkındalıklarla geçen yıl da katılmayı çok istediğim Zeka Kongresine bu yıl katıldım. Bu yıl Üçüncüsü yapılan ODTÜ ve Türk Zeka Vakfının ortaklaşa düzenlediği kongre için Ekim'de Ankara'daydık. Canım Dostum Tufan'ın ev sahipliğinde geçen süper verimli ve keyifli hafta sonunda yoldaşım Gökhan da kendini pazar günü ODTÜ'de buldu. İlk gün o kadar güzeldi ki 2. gün baba rolüne vurgu yaparak Gökhan'ı da cebren ve hile ile götürdüm. O da çok memnun kaldı katıldığı için bu da aile olarak karımız oldu.
Şimdi o kongreden notları konuşmacıların adlarıyla gecikmeli de olsa paylaşacağım. Blogumda olmazsa olmazdı.


TZV Başkanı Emrehan HALICI: Çağın en büyük ihtiyacı bilgi toplumu oluşturmak / En büyük yetenek "sevebilme" yeteneğidir. / Çocuklarımızın zekalarını empati ve uzlaşı için yönlendirelim.

ODTÜ Eğitim Fakültesi Dekanı Gölge SEFEROĞLU: Bir araya gelmeye, paylaşımlarda bulunmaya ihtiyaç var. Bu kongreler bu nedenle çok önemli

ODTÜ Rektörü Ahmet ACAR: Sıradışı insanlar uygun ortamlarda yeşeriyor. Zeki ve Üstün Yetenekliler için uygun ortamın 3 ögesi var: Merak, Çeşitlilik, Özgürlük

Enver AYSEVER: Zeka ve Yetenek kişinin sorduğu sorudan anlaşılır. / Öğretmenlerin düşünmemesi için her türlü önlem alınmış. / Sanatçının, bilim insanının toplumdan korunması gerek. / Gerçek zeka ve yetenek herkesin gittiği yoldan gitmez, ters yola girer. / Aykırı Sorular pusu kültüründen düello kültürüne geçişti

Nuran YILDIZ : Akıllı olmak doğru karar vermekse ben akıllı değilim. Hep yanlış karar verdim. / Konuşmak başka iletişim kurmak başka. Medeniyet doğru iletişim kurmakla gerçekleşecek. / Politikacı olmak için zeka gerektirmediğini politikacıların yaptığı açıklamalardan anlayabiliriz.

Anooshirvan MİANDJİ: 200 kelime ile düşünen biri 2000 kelime ile düşünen birini anlayamaz. / Soruyu anlamadan bambaşka bir yanıt veriyorsan zeka, anladığın halde bambaşka bir yanıt veriyorsan etik problemi vardır. / Bilim bilmiyorum ile başlar. / Eğitim etik değerler olmazsa kötüdür. Atom bombası, gaz odası, bonzai hep eğitimli uzmanlar tarafından yapılmadı mı? / Doktorlara önce nereyi kesmemesi gerektiğini öğretirler

Murat MENTEŞ : Ahırda doğmuş olabilirsin ama bu öküz olmanı gerektirmez.

Selçuk ŞİRİN: Ekşi Sözlük ve Twitter kurucuları Sedat ve Jack'in karşılaştırılması ve aradaki düşündürücü farklar / Özgür Ortam + Adalet, Adalet.. Hukukun Üstünlüğü... Adil Rekabet... Zeka ve Yetenek için Uygun Ortam

Özgür BOLAT: Genetik Yapı... Odaklı Çalışma... Gelişim Odaklılık.. Başarı Motivasyonu... Aşk

Belma TUĞRUL: Hayat bir yolculuksa en rahat ayakkabılarımızı giyelim.

Sinan CANAN: Beyin, hayatta kalma donanımıdır. / Herkes tek ama sistem tektipleştirme üzerine kurulu. / Zihnin en büyük ihtiyacı duygulardır. / Öğretenleri değil ilham verenleri unutmayız. / İnsanoğlu biyolojik sınırlarını aşmaya programlıdır. / nbeyin.com.tr

Serkan KARAİSMAİLOĞLU (Kadın Beyni Erkek Beyni): Beyin Dişi Beyin ve Erkek Beyin olmak üzere iki çeşittir. Anne karnında maruz kalınan testesterona göre belirlenir. / 4 Hal var: Dişi beyinli dişi, Dişi beyinli erkek, Erkek beyinli dişi, Erkek beyinli erkek./ Beynin cinsiyetinin cinsel eğilim ve tercihlerle ilgisi yoktur. / Bir fikre eylem eşlik etmiyorsa o fikir ancak beyinde işgal ettiği hücre büyüklüğündedir.

Mehmet Emin BARSBEY: İstanbul Go Okulu / Kore'de 4 yıllık Go Fakültesi var / Go da bilgisayar insanı yenemiyor

Oğuzhan GÖZEK: Derin Beyin Egzersizleri / derinbeyin.com / Hangi gözünüz baskın egzersizi

Ayşegül ATAMAN: Kıyaslamak / Etiketlemek / Çocuğun gelişiminde gösterdiği performansı önemsememek

Ferhunde ÖKTEM: Proje Çocuk = İhale Çocuk: Anne babalar kendi yetiştirmeleri gereken çocukları başka kişilere ihale ediyorlar. / İnsanın yetişmesinde 4 ana dal var: Bedensel, Ruhsal, Bilişsel, Toplumsal / WISC-R tarama değil klinik testtir. / Bakıyorsun ansiklopedi gibi çocuk her şeyi biliyor ama anlattığın fıkrayı anlamıyor.
"Her çocuğun güçlü olduğu alanın ön planda olduğu, zayıf yanlarında geliştiren, onların biricikliğini göz ardı etmeyen bir sistem olmalı.."


Hepimize yeni fikirler ve bilgilerle tanışacağımız bir hafta dilerim... 


29 Kasım 2015 Pazar

Fi, Çi, Pi / Akilah Azra Kohen


Temmuz'da Fi ile başlayan yolculuk Kasım'ın başında Pi ile bitti. Hakkında olumlu olumsuz pek çok eleştiri yapılan bu üçlü seri ile ilgili benim sayfamda da notlar olsun  istedim.

Bir kitap için "beğendim" sözcüğü çok hadsiz geliyor bana.. Çünkü senin gibi düşünmeyen birine "beğenmedim" deme hakkı veriyor.. Bir emekle ortaya konmuş, yazma gibi zor bir işle yazarın dünyaya kafasındakileri döktüğü bir eser için "sevdim" , "keyif aldım" demeyi tercih ediyorum bu yüzden.
Ben bu üç kitaptan da özellikle Fi ve Pi'den çok keyif aldım. Çi biraz geçiş niteliğindeydi. Başta cinsellik vurgusu gereksiz ve uzatılmış bir odak gibi gelse de ilerledikçe resim büyüyor. Farklı farklı pek çok karakter olaylarla birbirine bağlanıyor. 

Hele benim gibi okuduğunuz cümleyi durup düşünüp bir daha okumayı çok seven, sizden sonra o kitabı okuyacak kişiyi etki altına almamak için cümlelerin altını çizme konusunda kendini tutan bir okursanız bu seri tam size göre. 
Ayrıca kalın kitap fobisi olanlara özellikle öneririm çünkü nasıl okuduğunuzu anlamayacaksınız :)

Kitabınızla buluşmak için bol bol fırsat yakalayacağınız bir hafta olsun...

24 Kasım 2015 Salı

Öğretmenim...

Vakıf ruhunun en güzel örneklerinden ÖRAV (Öğretmen Akademisi Vakfı)'ın insanı duygulandırırken heyecanlandıran projesine ben de katıldım az önce... Konu: Fark Yaratan Öğretmen'di.. Canım Öğretmenimi yazdım..
Günümüz kutlu, yarınlarımız aydınlık olsun...


       Bir çift menekşe göze hayran kalmamla başladı benim öğrencilik hikâyem. Okulun açıldığı ilk gün 1D Sınıfının olduğu yerde sıraya girmiştik. O zamanlar böyle oryantasyon etkinlikleri, tanıtımlar, web siteleri, sosyal medya hesapları yoktu. Okulun başladığı gün törende adımız okunur, sınıfımıza göre sıraya girer ve öğretmenimizi o an görürdük. Ben de işte o an öğretmenimi görmüş ve tek kelime ile hayran kalmıştım. Sarı kumral saçları, menekşe gözleri, bembeyaz dişleri ve her daim gülen yüzüyle bir melek, bir kraliçe gibi gözükmüştü gözüme. Ne kadar da şanslı bulmuştum kendimi, sınıfımı…
Sonra rengârenk anılarla süslü 2 yıl geçti. Okuma yazmayı ondan öğrendim, kaliteye önem vermeyi ondan öğrendim… Edebiyat Öğretmeni bir babanın, evlerinde her zaman kitaplık olan kızı olsam da kitap okuma sevgisini onunla kazandım. Güzel ve bakımlı olmanın etkisini, kişinin bulunduğu ortam ne kadar el vermese de isterse harikalar yaratabileceğini, fark yaratmanın insanın iç gücüyle ilgili olduğunu ondan öğrendim. O zamanlar 3-4 yaşında olan kızını bazen okula getirir sınıftaki kızlar arasında kıyasıya bir rekabet başlardı. Hepimiz anaç bir tavuk gibi küçük kızın etrafını sarar kendi kardeşlerimize göstermediğimiz ilgi ve sevgiyi gösterirdik. Bir kadının anne olmasının çalışmasına engel olmayacağını da ondan öğrendim.
Ben kendi masalımda mutlu mesut büyürken bir gün ayrılık çanı çaldı. Taşınıyorduk. Akrabalarımıza yakın bir yere taşınacağımız için ne kadar mutluysam arkadaşlarımdan ve öğretmenimden ayrılacağım için o kadar üzgündüm. Günlerce, gecelerce ağladım. O zamanlar Barış Manço’nun “Gözlerimde yaş, kalbimde sızı unutmadım seni..” diye bir şarkısı vardı. Onu söyler söyler ağlardım hatta. Sonra alıştım tabi ama öğretmenim hep kalbimin en güzel köşesinde duruyordu. Onunla sık sık telefonda görüşüyordum. Birkaç defa da ziyaretine gitmiş ve evimize davet etmiştik.
Bir gün yine aradım ulaşamadım.. Birkaç gün sonra tekrar aradım ezbere öğrendiğim ikinci numara olan ev telefonundan ancak ulaşamadım.. Ara ara deniyordum belki açan biri olur diye. Sonra bir gün eşi açtı, öğretmenimin çok önemli bir beyin ameliyatı geçirdiğini söyledi. Şimdi iyiydi ve iyileşmeye çalışıyordu.  Bir süre telefonda konuşarak haber aldım. Ben de artık büyümüş liseli bir genç kız olmuştum. Artık kendim onu ziyaretine gidebilirdim. Emekliliğine birkaç ay kaldığı için farklı bir okulda görev vermişlerdi. Çok kıymetli bir öğretmen olduğu için malulen emekli olmasını istememişler. Gittim. Yorulmaması için genişçe bir oda vermişler. Fotokopi makinesi de bu odadaydı. Sohbet ederken “Hiçbir şeye değil de çocukların gelip bana “teyze” demesine çok üzülüyorum.” demişti. Yıllardır aklımdan çıkmadı bu cümle.
Sonra emekli oldu, sağlığına kavuştu. Başının yanındaki izleri güzel kumral saçları kapattı. Ben büyüdüm. Öğretmen oldum, anne oldum. Her öğretmenler gününde ona koştum.
Şimdi Ege’de bir sahil kasabasında emekliliğin tadını çıkarıyor. Bizim o elini tutmak için kapıştığımız kızı büyüdü Amerika’da, onun yollarını gözlüyor. Bugün 24 Kasım, aradım. Ses ile bir insan nasıl kucaklanır bir kez daha yaşadım.

O belki biliyor belki bilmiyor ama ben biliyorum; “Öğretmen” denilince yüzlerce kişinin aklına onun yüzü, yüreğine onun gülüşü düşüyor…

29 Ekim 2015 Perşembe

Yaşamak ve Yazmak...

Çocukluğumdan beri yaşadım ve yazdım ben.. En iyi yazarak anlattım, en iyi yazarak sustum...Ama bazen öyle çok şey yaşadım ki yazmaya bir türlü zaman bulamadım..
İşte benim canım blogum, hayatımın not defteri sanma seni unuttum sanma sözcüklere küstüm.. Koştum, koşturdum, dalgalandım ve şimdi yavaş yavaş duruldum :) Yoğun da olsa bir rutin oluşturmanın huzuruyla buradayım. Seni çok özledim, anlatacak çok şey birikti hangisinden başlasam kararsızdım. Sonra kaldığım yerden devam etmeye karar verdim...
Bir daha arayı bu kadar açmayalım..


25 Nisan 2015 Cumartesi

BAHAR... Hep 18 Yaşında ;))

Şimdi bir odada 20 kişi olsun. Bir durum olsun farklı bir olay, hemen göz göze geleceğiniz ve "ben de aynı şeyi düşünüyorum tamam bakma anlayacaklar" dercesine baktığınız birileri vardır eminim... 
Benim var... 
Hatta bazen bu bakışmalar yüzünden gülme krizine girdiğim, bu krizi diğerlerine açıklamak için saçma bahaneler uydurduğum bir dost... 
Şimdi 50 yıl görmesem 50 yılın sonunda yine kocaman sarılıp sarılırken de iki yana sallanacağım bir dost...
Dertlerimi sırtlayıp hayallerime inanan; yanında tam anlamıyla kendim olduğum, anlattığım ve dinlediğim bir dost...
Gözümden yaşlar gelene kadar güldüğüm, tüm yorucu alınganlıklardan uzak esprileştiğim, hele dedikodunun dibine vurduğum bir dost...
Aynı şiirde duygulanıp aynı türküde halaya durduğum, kitapların kokusunu birlikte soluduğum, hayat yolunda yürek gibi hep "sol"da duran bir dost...
Üniversite yıllarımda aynı evi, yemeği, patates kızartmasının yanındaki acı sosu, bazen yatağı hatta o 10 tonluk yün yorganını aslında umutlarımı, kaygılarımı, heyecanlarımı, hayata atılmadan hemen önceki son nefesimi paylaştığım bir dost...
Farkındalıkları yüksek, akıllı, duyarlı, entellektüel, güzel, candan ve mert bir dost... 
Benim böyle bir dostum var işte... Varlığından mutluluk, dostluğundan gurur duyduğum; yıllar önce bugün o kıvırcık saçlarına baharın bin bir rengini takıp dünyaya gelen BAHAR'ım...
Doğum günün kutlu olsun,
İyi ki çocuklarımın senin gibi bir teyzesi var...
Seni çok seviyoruz çok!

14 Nisan 2015 Salı

Sayın Veli :)

"Anne olma" konusunu yeni yeni çözdükten sonra üstüne bir de "veli olma" sürecim başladı bundan 2 yıl önce. Rüzgar'ın bizden birinin olmadığı bir yerde tüm gününü geçirmesi fikri bile nefesimi kesiyordu. Serviste düzgün oturacak mı, tuvalet ihtiyaçlarını düzgün karşılayacak mı, yemeğini bitirecek mi'ler bir yana arkadaşlarıyla anlaşacak mı, öğretmenini sevecek mi, okula güvenecek mi, öğrenme merakı sürecek mi, dersleri ilgi ile takip edecek mi bir yana... Yani başına bir şey gelmeden mutlu bir şekilde başarılı olacak mı :) 
Bu sorular arı kovanındaki arılar gibi vızıldıyordu kafamda.. Üstelik yıllardır çalıştığım kurumun, yıllardır tanıdığım öğretmenlerinin olduğu anaokuluna gidecek olmasına rağmen.. 
Tek çarem güvenmekti, güvendim.. ve her geçen gün yaşanan değişimi keyifle izlemeye başladım.. Oğlum büyüyor ve değişiyordu. Artı hayatımıza evde o güne kadar tek kelime konuşulmamış "Almanca" hızlı bir şekilde girmişti. Rüzgar arada Almanca sözcükler söyleyip kurduğu kısa cümleleri anlamamızı bekliyordu. Çizdiği resimler de değişmeye başladı. Artık parkta bahçede daha sosyaldi. Duygu ve düşüncelerini çok daha rahat ifade ediyordu. En önemlisi de çevresini "bilinçli şekilde sorgulamaya" başlamıştı. 
Tabi sadece güzel şeyler olmuyordu. Hiç geçmeyen hastalıklar sayesinde tüm antibiyotiklerin adlarını ezberlemiştim. Doktorlar bizim en sık görüştüğümüz dostlarımız oldu. Hastanenin karşısındaki eczane ile samimiyeti ilerlettik. Bir de havuz problemimiz vardı. Biz haftada bir gün yüzeceği için o kadar mutluyken Rüzgar inatla havuza inmemek için direniyordu. Yüksek sesten hoşlanmayan oğlum kapalı havuzdaki uğultudan ciddi şekilde rahatsız olmuştu. 
Derken 4 Yaş bitti, yaz tatilinden sonra 5 Yaş sınıfıyla okul yeniden başladı. Değişen arkadaşlar ve öğretmenler. Tabi beni yine aldı bir düşünce. Elif ve Gül Öğretmenine çok alışmıştı. Sınıfını çok seviyordu. Bu sene olan değişimler onu etkiler mi, diye kaygılanıyordum. Ama yaşarken öğreniyor insan. Çocuklar değişen şartlara yetişkinlere göre çok daha çabuk uyum sağlıyorlar. Zaten güzel ve gülen gözleri ile arkadaşım olan, dünyaya anaokulu öğretmeni olmak için gelmiş Ebru, yeni öğretmenimizdi. Almanca Öğretmenimiz de bu sene aramıza katılan Saliha Öğretmenimiz oldu ve güleryüzü, samimiyetiyle sardı sarmaladı sınıfı.
Hastalıklar azaldı, yazın ailece yüzme konusunda gösterdiğimiz çabalar işe yaradı. RüZGaR havuz ile barıştı. Artık daha fark edilir değişimler yaşamaya başladık. Bu arada en büyük değişimi RüZGaRım yaşadı "Abi" oldu. 2014-2015 eğitim öğretim yılı oğlumun büyüdüğü yıl oldu.
Ve dün... Portfolyo sunumu için bütün aile RüZGaR'ın davetlisi olarak onun okulundaydık. 


Herkesi telefon açarak teker teker davet etmişti. Ben de okulun bize gönderdiği bilgilendirme yazısını tüm aileye gönderdim. Hepimiz heyecanlı ve hazırdık. Sadece halamız çok önemli bir toplantısı olduğu için katılamadı. KaRMeNcik de yaşı tutmadığı için gelemedi :)

Dün onun sınıfında onu izledik. Sınıfının her köşesinde etkinlikler yaptı, Almanca öğretmeniyle Almanca diyaloglar kurdu, panonun önünde önceden yaptığı çalışmalarla şimdi yaptığı çalışmaları karşılaştırdı, bilgisayarın başına geçip muhteşem bir gezegenler sunumu yaptı, sonra bize bir yanardağ deneyi gösterdi.. O bütün bunları yaparken 25 dakika boyunca duygudan duyguya düşünceden düşünceye atladım. Hamile olduğumu öğrendiğim anı düşündüm, doğumdan bir gece önceki heyecanımızı, doğumunu, ilk sözcüklerini, paytak adımlarını, çizdiği ilk anlamlı resim olan Güneş resmini... 
Onu heyecanla izleyen aile üyelerine baktım sonra.. Onda kendini gören dayısı, içinden nazar değmesin diye duaları 10 kere okuduğuna emin olduğum babaannesi, Almanca Öğretmeni her Rüzgar Mehmet dediğinde kendi adını da duymaktan gururlanan dedesi ve Rüzgar'ın yetişmesinde bizden çok emeği olan onu "bu benim eserim" dercesine izleyen anneannesi ve Muzo Dedesi... Hepsinin yüzünde heyecan ve gülümseme... 
Bu arada Gökhan'ı hiç söylemiyorum. O nefes almıyordu çünkü :)

Her güzel olaydan sonra hayata teşekkürü borç bilen ben, yine bir sürü teşekkür yarattım yüreğimde..

Önce bu harika okula.. Yönetiminden, personeline her birinin aynı içtenlik ve profesyonellikle çalıştığı İELEV Çamlıca Anaokulu... İELEV adı benim kişisel tarihimde hep ayrı ama bu okulun adı bütün ailemiz için çok özel olacak. Çünkü biz ilk gözağrımızı binlerce soru ve kaygı ile bu okula emanet edip tek çare olan güvenmeyi seçmiştik.. Hiç yanılmadık, her seferinde "iyi ki" diyerek çıktık okulun kapısından.. Bizi veli, Rüzgar'ı öğrenci yapan güzel okulumuza ve güzel öğretmenlerimize çok teşekkürler..



Sonra geniş ailemize tabi.. Çocuklar büyük ailelerde mutlu ve sağlıklı olur.. Çocuğumuza gösterdikleri sınırsız sevgi ve her daim açık kolları için binlerce teşekkür...

ve tabi en büyük teşekkür ona.. Oğluma.. RüZGaR'ıma..
Sadece varlığı için, anne baba olarak bizi seçtiği için..




9 Nisan 2015 Perşembe

Kaligrafi...

Kaleme, yazıya ve güzelliğe olan düşkünlüğüme rağmen hep uzak durduğum bir konudur "Hat Sanatı"...
Muhafazakar çevrelerin bu alana yakınlığı, bu çevrelerin elindeki belediyelerin sıklıkla açtığı kursların reklamları ve günlük hayatta farkında olmadan karşılaştığımız onlarca görseller bu mesafeyi yarattı sanıyorum.
Ancak bu yıl marifetleri on parmağına sığmayan yetenekli oda arkadaşım sayesinde, zihnimde hep hat ile yan yana koyduğum ancak özünde bambaşka yerlerde duran "kaligrafi" ile bambaşka bir gözle "yeniden" tanıştım.
Hat denilince akla gelen Arapça harfler ve İslami içeriklerin aksine Latin harflerine dayalı kaligrafi çok daha evrensel. İkisi de bir görsel sanat dalı tabi ama kaligrafi kesinlikle daha çağdaş bir yerde...
Yetenekli arkadaşım, kurumsal işler dışında arkadaşlara jest olarak da küçük yazılar yazıp (adları, çocuklarının adları vs.) hediye eder. Ben de sık sık gözlemleme şansı yakalarım. Bugün yeni aldığı kaligrafi kalemi hakkında "heyecanla" konuşurken artık daha fazla dayanamadım, bu konuyla ilgili küçük bir araştırma yaptım.

Yunanca: κάλλος - kallos - "güzellik" + γραφή - graphẽ "yazı" sözcüklerinden gelen bir görsel sanat dalı kaligrafi. Bu sanatla uğraşanlara hattat veya kaligraf deniyor. Kaligraflar; Latin harflerini her türlü uç yapısına sahip kalem ve diğer kaligrafi malzemelerini kullanarak, harflerin anatomilerini bozmadan anlaşılır ve okunur bir biçimde, belli estetik ve tasarım kurallarına göre düzenleyerek; kağıt veya ideografik benzeri malzeme üstüne kalem ya da fırçayla güzel ve zarif yazı yazma bilgi ve becerisine sahip bireyler. Farklı yazı sistemlerinde farklı şekillerde, farklı coğrafyalarda ortaya çıkmış olan kaligrafi, özellikle matbaa öncesinde büyük önem arz etmiştir. Bugün tipografi sanatıyla ilişkilendirilebilir ve sıklıkla yazı sistemlerine veya farklı hat kültürlerine göre sınıflandırılır: İslam hat sanatı (İslami kaligrafi), Arap hat sanatı (Arap kaligrafisi), Pers hat sanatı (Pers kaligrafisi), Japon hat sanatı (Japon kaligrafisi), Çin hat sanatı (Çin kaligrafisi), Batı hat sanatı (Batı kaligrafisi) gibi. 
İyi bir hocadan alınacak iyi bir eğitimle az bir kaynak ile biraz yetenekli ve sabırlı olmak koşuluyla her kesimden insanın öğrenebileceği bir sanat dalı...

Birden panikledim sonra.
Teknolojinin baş döndürücü şekilde ilerlediği, günlük yaşamımızda el yazısının azalıp klavye becerilerinin ön plana geçtiği günümüzde bir yanım e-kitap yerine basılı kitap dediği gibi ille de güzel bir el yazısı diyor. Yoksa neden kitaplığımızdaki en değerli kitaplar yazarının iki sözcük yazıp imzaladığı kitaplar olsun... Neden Atatürk'ün, Nazım'ın el yazısı çıkmıyor aklımızdan.
Neden bu güzel yazı konusu nostaljik bir ortaokul anısı olarak kaldı anılarda. Neden on kere yazıp on kere yırttıktan sonra yazılmış aşk mektupları yok. Sandıklardan asker mektupları çıkmayacak mı bir süre sonra. Birbirimizi el yazımızdan tanımayacak mıyız artık. O silmeye kıyamadığımız sms'ler bile önceki akılsız telefonlarda kaldı. Anılarımız birkaç harf ve sayıdan oluşan parolalara mı emanet...

Sonra arkadaşımın "yeni aldığı kaleme kıyarak" ince bir emekle yazdığı adımı görünce sakinledim :)
Çünkü bazı adları duymayı / okumayı severiz.
Sevdiğimizin adını, çocuğumuzun adını, okulumuzun adını, soyadımızı ve en çok da kendi adımızı... ki bence bir insana ailesinden gelebilecek en büyük hediye kendisine konulmuş sevdiği bir addır. Ben de kendi adımı soran herkese tekrarlamama, berfin berfun berdu berfo berfe banu bersu gibi onlarca yanlış anlaşılmayı düzeltmeme, çocukluğum ve gençliğim boyunca hiç adaşım olmamasına rağmen hep çok ama çok sevdim.

Bazı adları yazmayı da severiz..
Siz örneğin elinize kalem versem şimdi, önce kimin adını yazardınız?
Ben üç ad yazardım peş peşe : "Gökhan & Rüzgar & Karmen..."
Bu yüzden en kısa sürede bir kaligrafi kalemi alıp çalışmalara başlıyorum.




Bende bu ilgiyi yaratan ve kızım Karmen'in doğum gününde yazdığı yazıdan sonra bugün de bu güzel ayraca sahip olmamı sağlayan sevgili arkadaşım Gökhan Ayatar'a teşekkürler... Ne mutlu ki hayat karşıma renkli, farklı ve keyifli insanlar çıkarıyor.
Hayatımıza yeni ilgi ve bilgilerle renk katacak nice dostlarımız olması dileğiyle...



27 Mart 2015 Cuma

"Geçti..."

Günlerdir doktorun ağzından çıkacak bu sözcüğü bekledim: "Geçti..."
2 hafta önce pazar akşamı başladı kabusum. Önce Gökhanım soğuk algınlığının ötesine geçen belirtiler gösterince hastaneye gittik. 0,5 olması gereken CRP 39,9 olunca yatırdılar. Biz pazar gecesini hastanede geçirirken RüZGaR evde ateşlenmiş. Pazartesi de onu doktora götürdük. 6 yıldır devam ettiğimiz doktorumuz hastaneden ayrılınca yerine başlayan doktorla devam etmek durumunda kaldık. Günü hastanede geçirip serumları yiyen RüZGaR'ım akşama eve döndü neyse ki. Teşhis genel mevsimsel grip. "Oh domuz gribi" değil diye rahatladık. Perşembe akşamına kadar Gökhan ile hastanede kalmaya devam ettik. Tam Gökhan'ı eve çıkardık o gece de KaRMeN ateşlendi. Cuma sabahı tekrar hastane. Abisine yapılan test KaRMeN'e de yapıldı. Sonuç pozitif yani virüs var. Biz elimizde sonuçlar doktorun odasına girerken doktor gayet sempatik (!) şekilde "Gel bakalım küçük domuz gripli" demez mi!!!!!
Ben olduğum yerde kaldım birkaç saniye. "Nasıl yani, bu domuz gribi testi mi? Neden abisinde çıkınca söylemediniz?" dedim. Doktor oldukça ama oldukça rahat "Yani grip, domuz gribi hepsi aynı işte" dedi. Muayene bitti, ilaçları aldık eve döndük ama içim hiç rahat değil. Sonraki 3 gün daha da kabus.. Ev revir.. Babam da hasta oldu annem babamın yanında.. Babaanne yardımcı kuvvet geldi. Dört kişilik ailemin üç üyesi hasta... En miniğim KaRMeN... Ateş, ağrı, uykusuzluk... Haberleri açmak istemiyorum sürekli domuz gribi haberleri var. Facebook, Twitter'da direkt geçiyorum haberleri.. Pazar sabahı artık başka bir doktora gitmemiz gerektiğini anladık. Araştırmalar, öneriler derken Şifa'nın Ataşehir Şubesinden Günay Ermergen'e ulaştık. Pazartesi ilk iş doktora koşmak oldu..
Bazen izleriz haberlerde, filmlerde vs insanlar doktorların elini öper. Bu o kadar gerçek bir duyguymuş ki.. Doktor çocukları muayene edip bize durumu, izlenecek yolu, karşılaşılabilecek durumları anlatırken o anda doktora sarılıp ağlayasım geldi bir an.. Zaten bu süreçte o kadar sık ağlayasım geldi ki ve ben çok ilginç hiç ağlamadım.. Büyümek biraz da bu zorluklarla mücadele ederken oluyor sanırım...
Doktor özellikle bizim de tahmin ettiğimiz gibi KaRMeN'in daha zor geçirdiğini söyledi. İlaçları değiştirdi. Çarşamba gecesi bitmiş olması lazım perşembe gelin dedi. Öksürük hala devam ettiği için yüreğim ağzımda gittim doktora. Çünkü bu virüsün sonrası zatürre olabiliyor. Öyle olursa bir ömür çekecekler. Ve dün doktor olayın geçtiğini, ciğerlerin temiz olduğunu, bulaşma ihtimali zaten geçmişti dinlendikleri için de RüZGaR'ın okula başlayabileceğini söylediğinde yüreğim tüy gibi hafifledi.
Şimdi geçen 2 haftayı düşünüyorum. Çocuğu öksürürken, nefes alma güçlüğü yaşarken annenin nefesinin resmen kesilmesi ne ilginç bir fiziksel tepki.. Çaresiz kalmak ne garip şeyler yaptırıyor insana, örneğin dua bilmediğin için Youtube'dan dua açıp iPad'i çocuğun başında tutmak gibi :))


Şimdi bu kirli mevsimin çamurlu yağmuruna inat, içimizin aydınlanacağı güzel ve SAĞLIKLI bir hafta sonu dilerim hepimize...





26 Şubat 2015 Perşembe

RüZGaR 5 Yaşında...


5 YIL...
Hayata bambaşka gözlerle bakmaya, geceleri başımı yastığa şükranla koymaya, sabahları bin bir umutla uyanmaya, ninniler söylemeye, baş kahramanı aynı hayaller kurmaya, plajı güneşlenme değil oyun alanı olarak görmeye, şehirdeki parkları bahçeleri öğrenmeye, bir mağazaya girince önce çocuk reyonuna yönelmeye, günde ortalama 4-5 saat uyku ile yaşamayı becermeye, insanın kollarının içinin özlemle nasıl kamaştığını hissetmeye, öpmeye doyamamak bakmaya kıyamamak nedir anlamaya, koşulsuz ve her gün artan bir aşk yaşamaya, kaygının sevgi ile ne kadar paralel bir duygu olduğunu yaşayarak öğrenmeye.....
yani canımı başka bir bedende taşımaya başlayalı 5 YIL olmuş...
Doğum günü kutlamalarını hafta sonuna bıraktığımız RüZGaR'ım 5 Yıl önce bugün doğmuş...


Dünyaya gelişinle bana mutlulukların en büyüğünü yaşatan, beni büyüleyen, büyüten, iyi yüreklim, güzel gözlüm, hayat kokan oğlum, RüZGaR'ım.. 
Doğum Günün Kutlu Olsun!
Hayat karşına hep iyi insanlar çıkarsın, güneş hep yollarını aydınlatsın...
Seni senin tarifinle "1000 kadar çok" seviyorum...

10 Şubat 2015 Salı

Dört As :)

Dört gözle beklenen, gelmeden adına onlarca plan yapılıp sözler verilen bir tatil daha geldi geçti...
Dönüp baktığımda planladığım şeylerin yüzde seksenini yapmış olmanın keyfi ile beraber yapamadığım yüzde yirmi için de bu tatilin yeterli olmadığını görüyorum.

Ama bu yazım tatilin güzelliğinden çok "dönüşü mutlu kılanlar" üzerine.. Bir yere dönerken mutluysan pek çok başka sebebin yanında bence en önemli tek sebep vardır.. "Gittiğin yerde sevdiklerinin olması"
İnsanın çalıştığı yerde iş arkadaşları ile birlikte hayattan dostlarının olması ne güzel bir şeydir yaşayan bilir. İşte ben de bitmeyen okul yolumun sonunda, bugün iş arkadaşlarımla birlikte güzel DörtAs'ın diğer üç As'ı ile buluştum.


Güzel gözlümüz, büyüğümüz, fedakarımız, koca yüreklimiz yani Kupa As Selver,
Neşe kaynağımız, kültür ateşemiz, akıl küpümüz, dost canımız yani Karo As Belgin,
Gezginimiz, hayvanseverimiz, temiz kalplimiz, masum yanımız yani Sinek As Başak...

İyi ki varsınız,
Sizi çok seviyorum ;)

28 Ocak 2015 Çarşamba

MİNTA... / Solmaz Kamuran

Ah okumak.. eğer bu alışkanlıktan öteye çok büyük bir keyifse "okuyamadığın" her gün bir gönül yorgunluğu..
İşte ben, çocuk da yaparım kariyer de akımından iki çocuklu ve yoğun çalışan Berfu olarak son beş yıldır hep bu gönül yorgunluğunu taşıyorum. Elimde hep bir kitap var tabi ama bir kitabı bitirmem aylar alınca kendimi bir zamanlar seke seke çıktığı merdivenleri nefes nefese çıkmaya çalışan yaşlı bir teyze gibi hissediyorum.
Bu yüzden okuyabildiğim her an ve bu anların harcandığı her kitap çok değerli.
İşte bugün size anlatacağım kitap büyük bir keyifle, bitmesin diye sayfalarını yavaş yavaş çevirerek ancak inadına inanılmaz bir hızla okuyup bitirdiğim son kitap: M İ N T A...
Yazın sırtımı Kaz Dağları'na vermişken sipariş verdiğim 4 kitaptan biri olarak hayatıma giren Solmaz Kamuran'ın bu güzel kitabına anca İstanbul'a dönünce başlayabildim. Bir arkadaş önerisiydi. Bir kadın adı sanmıştım önce meğer Caretta yavrularına yerlilerin verdiği admış "Minta"
Egemen güçler tarafından birbirinden ayrılan iki yerli kardeşin kopup giden hayatları... onların çocukları, torunları, torunlarının çocukları.. büyülü ve sade bir dil.. gözünüzde canlandırarak okuyacağınız anlar... basit ama çok derin bir son..
Okursanız siz de benim gibi sık sık kitabın arkasındaki soy ağacına bakacak mısınız, meraktayım..

Keyifli okumalar
Sevgiler...

3 Ocak 2015 Cumartesi

Karmen'im 1 Yaşında...

Tam bir yıl önce bugün en büyük hayalime kavuştum ben... Aşk ile yapılmış bir evlilik, dört kişilik bir aile, bir erkek ve bir kız çocuk...
Tam bir yıl önce bugün tamamlandım ben... Şimdi artık ardıma bakmadan yürüyebilirim hayat yolunda dedim..
Geçen yıl bugün o şiş gözlü, sinirli duruşlu, yayılmış burunlu kızı yani dünyanın en güzel kızını kucağıma aldım ;)
Gelişiyle bana o tarifsiz duyguyu bir kez daha yaşatan, bir anne için birinci veya ikinci çocuk arasında hiçbir duygu farkı olmadığını yaşatarak öğreten;
Karmen'im, ışığım, umudum... Hayat kokulu oğlumun biricik kardeşi, evimizin tonton kelebeği, miniğimiz.. Benim canım kızım, gelecekteki sırdaşım... 
Sen olmasaydın asla tamamlanamazdım..
Kaç yaşına gelirsen gel, sen bizim küçük kelebeğimiz, Minik Karoşumuz olacaksın..
Seni her zaman koşulsuz bir sevgiyle  seveceğiz.
Doğum günün kutlu olsun, 
İyi ki ama iyi ki doğdun...