Vakıf ruhunun en güzel örneklerinden ÖRAV (Öğretmen Akademisi Vakfı)'ın insanı duygulandırırken heyecanlandıran
projesine ben de katıldım az önce... Konu: Fark Yaratan Öğretmen'di.. Canım Öğretmenimi yazdım..
Günümüz kutlu, yarınlarımız aydınlık olsun...
Bir çift menekşe göze hayran kalmamla başladı benim
öğrencilik hikâyem. Okulun açıldığı ilk gün 1D Sınıfının olduğu yerde sıraya
girmiştik. O zamanlar böyle oryantasyon etkinlikleri, tanıtımlar, web siteleri,
sosyal medya hesapları yoktu. Okulun başladığı gün törende adımız okunur,
sınıfımıza göre sıraya girer ve öğretmenimizi o an görürdük. Ben de işte o an
öğretmenimi görmüş ve tek kelime ile hayran kalmıştım. Sarı kumral saçları,
menekşe gözleri, bembeyaz dişleri ve her daim gülen yüzüyle bir melek, bir
kraliçe gibi gözükmüştü gözüme. Ne kadar da şanslı bulmuştum kendimi, sınıfımı…
Sonra rengârenk anılarla süslü 2 yıl geçti. Okuma yazmayı
ondan öğrendim, kaliteye önem vermeyi ondan öğrendim… Edebiyat Öğretmeni bir
babanın, evlerinde her zaman kitaplık olan kızı olsam da kitap okuma sevgisini
onunla kazandım. Güzel ve bakımlı olmanın etkisini, kişinin bulunduğu ortam ne
kadar el vermese de isterse harikalar yaratabileceğini, fark yaratmanın insanın
iç gücüyle ilgili olduğunu ondan öğrendim. O zamanlar 3-4 yaşında olan kızını
bazen okula getirir sınıftaki kızlar arasında kıyasıya bir rekabet başlardı.
Hepimiz anaç bir tavuk gibi küçük kızın etrafını sarar kendi kardeşlerimize
göstermediğimiz ilgi ve sevgiyi gösterirdik. Bir kadının anne olmasının
çalışmasına engel olmayacağını da ondan öğrendim.
Ben kendi masalımda mutlu mesut büyürken bir gün ayrılık
çanı çaldı. Taşınıyorduk. Akrabalarımıza yakın bir yere taşınacağımız için ne
kadar mutluysam arkadaşlarımdan ve öğretmenimden ayrılacağım için o kadar
üzgündüm. Günlerce, gecelerce ağladım. O zamanlar Barış Manço’nun “Gözlerimde
yaş, kalbimde sızı unutmadım seni..” diye bir şarkısı vardı. Onu söyler söyler
ağlardım hatta. Sonra alıştım tabi ama öğretmenim hep kalbimin en güzel
köşesinde duruyordu. Onunla sık sık telefonda görüşüyordum. Birkaç defa da
ziyaretine gitmiş ve evimize davet etmiştik.
Bir gün yine aradım ulaşamadım.. Birkaç gün sonra tekrar
aradım ezbere öğrendiğim ikinci numara olan ev telefonundan ancak ulaşamadım..
Ara ara deniyordum belki açan biri olur diye. Sonra bir gün eşi açtı,
öğretmenimin çok önemli bir beyin ameliyatı geçirdiğini söyledi. Şimdi iyiydi
ve iyileşmeye çalışıyordu. Bir süre
telefonda konuşarak haber aldım. Ben de artık büyümüş liseli bir genç kız
olmuştum. Artık kendim onu ziyaretine gidebilirdim. Emekliliğine birkaç ay
kaldığı için farklı bir okulda görev vermişlerdi. Çok kıymetli bir öğretmen
olduğu için malulen emekli olmasını istememişler. Gittim. Yorulmaması için genişçe
bir oda vermişler. Fotokopi makinesi de bu odadaydı. Sohbet ederken “Hiçbir
şeye değil de çocukların gelip bana “teyze” demesine çok üzülüyorum.” demişti.
Yıllardır aklımdan çıkmadı bu cümle.
Sonra emekli oldu, sağlığına kavuştu. Başının yanındaki
izleri güzel kumral saçları kapattı. Ben büyüdüm. Öğretmen oldum, anne oldum. Her
öğretmenler gününde ona koştum.
Şimdi Ege’de bir sahil kasabasında emekliliğin tadını
çıkarıyor. Bizim o elini tutmak için kapıştığımız kızı büyüdü Amerika’da, onun
yollarını gözlüyor. Bugün 24 Kasım, aradım. Ses ile bir insan nasıl kucaklanır
bir kez daha yaşadım.
O belki biliyor belki bilmiyor ama ben biliyorum; “Öğretmen”
denilince yüzlerce kişinin aklına onun yüzü, yüreğine onun gülüşü düşüyor…