8 Ağustos 2016 Pazartesi

Sarıkız Kazdağı Etnografya Galerisi


Önünden sık sık geçtiğimiz ama fark etmekte geciktiğimiz yerler vardır hani. Bu galeri de benim için tam böyle oldu. Her yaz en az 4 hafta geçirdiğimiz Güre bizim olduğu kadar Türkiye'nin de cennetidir... Tarih, doğa, huzur, şifa, mitoloji, efsaneler dolu bir cennet... 

Yaz akşamlarından birinde hediyelik eşya arayışı sırasında fark ettim bu galeriyi. Eskiden müzikli bir mekandı, sonra bir kafe oldu. Avlusu olan serin bir mekan... Fazlası varmış oysa. O gün dükkan kısmına girince sergi kısmından haberdar oldum ve her zamanki gibi şimdi değil çocuklarla gelelim o zaman diyerek ziyaret etmedim. Ertesi akşam da Rüzgar ve fasulye Karmen ile gittik.
Samimi bir karşılamadan sonra biletlerimizi alıp içeri girdik. Kapıdaki açıklama tabelasının önünde Rüzgar'a biletler için ne kadar ödememiz gerektiğini hesaplatıyorduk. Genelde küçük rakamlı ödemelerde hesabı ona yaptırıyoruz ;) Görevli geldi yanlış hesapladı, bu küçük beyden ücret almayalım, yeter ki böyle yerlere gelsinler müzeleri sergileri sevsinler, dedi. Ne çok özlem, umut saklı bir cümle... Teşekkür ettik, yine de ücretleri tam ödeyip girdik içeri.
Çok küçük, mütevazi ama özenli bir sergi alanı. Önce 6 sandalyeli bir alanda televizyondan bir tanıtım filmi izleniyor. Rüzgar pür dikkat dinledi ama Karmen için aynı şeyi söyleyemeyeceğim ;)
Daha sonra okları takip ederek gezmeye başlıyorsunuz. Önce zeytin yağı ile ilgili bir bölüm var. Yağ fabrikalarının modelleri, tanıtım yazıları, bu konuda yazılmış kitaplar, eski broşürler, ambalajlar...





Daha sonra biraz mitoloji biraz tarih... Zeus'un önünden geçip Truva bölümü...



Tabi ki Çanakkale...


Sonra büyük şair Sabahattin Ali... Balmumu heykeli etkileyici. Hiç ölmemiş gibi...


Sonraki adım çocuklar için bir şey ifade etmese de Gökhan'la benim gözlerimizi doldurdu... Tuncel Kurtiz... Sesi, tarzı, yaşamı, oynadığı filmler bir yana büyük dayıma benzerliği ile gönlümde bambaşka bir yere sahip... Aileden biri gibi...

  


Sonra daha eskilerden çocukluğumdan bir ses... Ali Ekber Çiçek... Haydar Haydar...


Bu kadar küçük alana bu kadar az objeyle bu kadar çok anlamı nasıl sığdırmışlar... Mutlaka gidilmeli.. Hem ayakta tutabilmek hem tadını alabilmek için... Çıkışta ise çok şirin ve yine raflar arasında onlarca şeyin sıkıştırıldığı bir dükkan ile kısa ve anlamlı gezi sonlanıyor. Sabunlar, zeytinyağları, kolonyalar, magnetler, ev yapımı reçeller... Bir dükkandan elim boş çıkmak tabiatıma ters olduğu için bana en ilginç gelen ürünü Himalaya Tuzu Sabunu ve magnetlerden Sabahattin Ali magneti aldım.
"İyi ki" dedim... "İyi" ki girmişiz kapıdan. Sizin de yolunuz düşerse girin kapıdan, gerisi zaten gelir :)



                                 Sevdiklerimizle bol bol gezip göreceğimiz bir hafta dilerim.