20 Ekim 2017 Cuma

Sonbahar Öğretmenler Sempozyumundan Sonra...

Her zaman belli amaçlarla bir araya gelmiş, daha iyinin peşinden koşan gruplar beni çok etkiler. Aynı alanda çalışan veya aynı ilgilere sahip insanları bir araya getiren seminer, sempozyum ve kongreleri çok ama çok önemserim. Bu zamansız kentte yaşamama rağmen sağlık sorunu olmadıkça ne yapar eder zaman yaratırım. Beslendiğimi hissederim böyle ortamlarda.
Bu yıl yeniden bir vakıf okulunda çalışmaya başlamamla birlikte bu keyifli ortamlarda daha fazla yer almaya tekrar başladım. Türkiye'de Vakıf Okullarının bu olumlu yönü tartışmasızdır. Mesleki gelişime ve bu birlikteliklere gerçekten önem verilir ve öğretmenler katılım konusunda desteklenir.
Uzun yıllardır katıldığım, geçmişte sunum da yaptığım ATC / Sonbahar Öğretmenler Sempozyumu bu yıl Üsküdar Amerikan Lisesinde oldu. Bizler de okul olarak oradaydık. Eski, yeni, çok eski onlarca dostla karşılaşmanın keyfi başta olmak üzere başta da dediğim gibi hafta sonlarını bu sempozyuma ayırmış aynı duyguyla birleşmiş meslektaşlarımla olmak umutlarımı yeşertti.


Açılış konuşması için konuk Doğan Cüceloğlu idi. Samimi ve nükteli tavrı ile kısa zamanda onlarca mesaj sığdırdı yüreğimize. En çok aklımda kalan cümlesi ise "başımıza gelenleri anlatabileceğimiz insan sayısı kadar zenginiz" oldu. "Anlatmama, paylaşmama, göstermeme, belli etmeme" kültürüyle büyütülen bir millet için ne güzel bir açılım diye düşündüm.
Açılış konuşmasından sonra programdan seçtiğim sunumları izlemek için kampüs içinde koşturmaya başladık. Ben sabahtan Eğitsel Oyun, Eğlenerek Öğrenme temalı sunumlara girdim. Öğleden sonra da Ergenlik ve Sosyal Medya ve Üstün Zekalı Çocuklarla ilgili sunumları izledim.
Gün sonunda fark ettim ki bu kuşak çocuklarla çalışan öğretmenlerin temel konularından biri "dikkati sağlama ve dikkat süresi". Çocukların dikkatini çekmek ve çekilen dikkatin devamını sağlamak öğretmenlerin çaba gösterdiği ana alanlardan. Bazıları bunun dijital materyallerle olabileceğine yürekten inanıyor, bazıları ise teknolojiye oldukça mesafeli.

  • Dikkat süresinin kısalmasının sebebi teknoloji mi; böyle ise dikkat çekmek için yeniden teknolojiyi kullanmak bir paradoksa mı düşürür bizi?
  • Teknoloji sınıfa ne kadar girmeli?
  • Çocuklar bu hızın içine doğdular, her nesil için bir öncekinden daha gelişmiş teknoloji içinde doğduklarını düşünürsek bu her zaman böyle değil miydi?
  • Tabletler, akıllı tahtalar, dijital platformlar olmadan bir eğitim öğretim ortamı düşünebilir miyiz?
  • Anne babalar olarak sınırları nasıl çizmeliyiz, nasıl çizebiliyoruz?
  • Teknoloji evimize ne kadar girmeli?
  • Dikkat süresini uzatmak ve odaklanmayı sağlamak için alternatifler neler olabilir?

Böyle uzayıp gidiyor sorular...
Ben de ortada bir yerlerde duruyorum. Ne reddediyor ne bağrıma basıyorum. Evde tabletler var, Rüzgar'ın okulu için ayrıca okulun istediği okul tableti var, telefonlarımıza çocuklar için oyun ve uygulamalar indiriyoruz. Hafta içi nadiren hafta sonu belli süreyi aşmayacak şekilde bu uygulamaları kullanmaları için izin veriyoruz. Ancak bu uygulama alanı da çok geniş ve garip hatta belki zararlı uygulama ve oyunlar da çok. Çok dikkatli olmak gerekiyor. Çok güzel uygulamalar da var. İnternetten eğitsel dijital oyunlar, eğitsel tablet uygulamaları gibi başlıklarla aradığımızda matematik, kodlama, dil becerileri gibi alanlarda çok güzel uygulamalara ulaşabiliyoruz. Örneğin ben bu sempozyumda bir sunumdan öğrendiğim MATH FIGHT a bayıldım :)
Belki de bize düşen çocukların bu dijital yaşamlarının sınırlarını, alanlarını belli bir yaşa kadar belirlemek. Zaten sonrasında kendi alanlarını (özellikle sosyal medyada) yaratacak ve bağımsızlaşacaklar. O zamana kadar bu "dijital vatandaşlık" işine biraz kafa yormamız gerekiyor hep birlikte.
Öte yandan teknolojinin ihtiyaçların giderilmesinde en geniş alana sahip olması konusunda özellikle dikkat etmeliyiz bence. Çocuğun tüm ihtiyaçlarını karşıladığı alanlar buralar olursa artık tek ihtiyacı da teknoloji olacak ve bunun başka sorunları yaratacağını hepimiz biliyoruz.
O zaman kutu oyunlarını, kitap etkinliklerini, seyahatleri, kampları, evcil dostlarla geçirilecek zamanları, büyük aile toplantılarını, şehir içi gezilerini, müze turlarını, mutfakta vakit geçirmeyi, parkları, sahilleri, ormanları, arkadaş toplantılarını, sanat-spor etkinliklerini ve tabi sarılmayı, kucaklamayı, güzel sözler söylemeyi unutmamak gerekiyor.
Bunlara hayatınızda alan açtığınızda çocuklar gerçekten pastadaki dilimleri çok güzel eşitliyorlar... Biz anne-baba olarak mümkün olduğunca evimizde bu çeşitliliği sağlamaya çalışıyoruz. Son zamanlarda da artık dış yaşam becerilerini geliştirebilecek RüZGaRımız için doğa ile bütünleşme işini dayımıza devrettik. Ancak onların macera dolu gezilerini başka bir iletiye bırakıyorum :)

Anne babalık süreci ne zor, öğremenliğe de çok benziyor aslında... Neyi ne kadar doğru yaptığımızı görmek için yıllara ihtiyaç var ve biz sonucunu yıllar içinde görebileceğimiz her adımımız için devamlı düşünmek zorundayız :),

Adımlarımızın bizi hep daha güzele götüreceği, çocuklarımızla doya doya zaman geçirebileceğimiz bir hafta sonu olsun...


Hiç yorum yok: