Bana aşkı yaz
demeyin, yazamam ki... hangi kelimeleri, hangi sıraya soksam bulamam
karşılığını... gün olur sonu gelmeyen uzuun bir cümle olur aşk, gün olur tek
bir harf... biri ünlem koyar bu tanımın sonuna, bir başkası üç nokta... virgül
ise yarım kalan aşkların hakkı...
bana aşkı çiz
demeyin, çizemem ki... hangi renkleri, hangi tonlarda çizsem bulamam derinliğini...
gün olur simsiyah derin bir kuyu olur aşk, gün olur ömür boyu gökyüzümüzde
kalan bir gökkuşağı... biri en tükenmez kalemlerle kendinden emin tertemiz
çizerken aşkı, bir başkası keçeli kalemi fazla bastırmaktan deler kağıdı...
karakalem ise varlığı yokluğu belli olmayan hüzünlü aşkların hakkı...
bana aşkı çal
demeyin, çalamam ki... hangi notaları sıralasam, hangi ezgiyi tuttursam bulamam
aşkın şarkısını... gün olur mihrabımdır kaşlarının arasını söyler aşıklar, gün
olur kum gibi ezip gitme diye haykırır... hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin
kadar ise erken biten aşkların hakkı...
Bana aşkı
anlat demeyin, anlatamam ki... “bir kelime ve birincisi” diye başlasam olmaz,
hiç “cepte” olmayan bir kelimedir aşk... elimi kalbime koysam anlatmak için
ciğer eksik kalır, gözleri göstersem burnun direği sızlar... yutkunamayan boğazlar
ise karşılıksız aşkların hakkı...
Bana aşkı
göster demeyin, gösteremem ki...
Kimi
babasının fotoğrafını koyar başköşesine ilk aşkım der, kimi her gün bir
öncekinden daha çok severek uyandığım evlatlarımdır aşk diye tutturur...
kiminin odası kireç tutmaz sarılıp yatmayınca kimi hiç bırakmamak üzere tuttuğu
yar elini gösterir aşk diye... şiire aşık Nazım’ı göstersem sazına aşık Aşık
Veysel’in hatırı kalır... işte mutluluğun resmini çizemedi ama renklere aşık
Abidin Dino var desem, halkına aşık bir çift mavi göz görürüm aydınlık
gökyüzünde... karanlık geceler ise celladına aşık olmuş milletlerin hakkı...
Yazamam,
çizemem, çalamam, anlatamam, gösteremem ama yaşarım aşkı... çocukluk
fotoğraflarımın hemen hepsinde babamın boynuna doladığım kollarımda yeşermiştir
benim için aşk, yavrularımı öpüp sağlıkla yatırdığım her gecenin şükründe ruha
varmıştır... gün doğmadan günaydınlaştığım okul duvarında bir suret edinmiştir
de aşk, dost meclislerinde can bulmuştur...
Yenidoğan
ağlamalarından, kelebek kanatlarından, dört yapraklı yoncalardan, turkuaz
kıyılardan, kadeh tokuşturmalardan, dertli türkülerden, neşeli şarkılardan, ilk
defa yürünen yollardan, kahkahalı sofralardan, anne kokusundan, kardeş omzundan
geçer; yaşama sevgisine döner de aşk... başımı her an güvenle yasladığım yârin
göğsünde sonsuz olur...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder